15. Mai: Internationaler Tag der Kriegsdienstverweigerung

15. Mai: Internationaler Tag der Kriegsdienstverweigerung

Türkiye’de Vicdani Ret

Ercan Jan Aktaş

Mayıs 2014’te Almanya ve Fransa'da (Hamburg, Hannover, Berlin ve Paris) Eğitim Zayiatı – Collateral Damage of Education belgesli yönetmeni Anıl Çizmecioğlu ve Vicdani Redci Ercan Jan Aktaş ile birlikte toplantılar gerçekleşti. Bu toplantılarda Eğitim Zayiatı belgeselin gösterimiyle birlikte Vicdani Ret Derneği’den Ercan Jan Aktaş Kışlalarda Asker Ölümleri, Asker Kaçakları, Zorunlu Askerlik ve Türkiye’de Vicdani Ret konuları üzerine sunum yaptı. Vicdani Ret Derneği’nin (VR-DER) kurucu üyesi de olan Ercan Aktaş’ın sunumu belge olarak yayınlıyoruz (Redaksiyon)

Vicani ret Nedir?

Vicdani ret, esas olarak, bireyin savaşa karşı geliştirdiği bir tavır olarak, savaşlar kadar eski bir tarihe de sahiptir. Vicdani reddin en genel anlamda tanımını; bir bireyin politik görüşleri, ahlaki değerleri veya dinsel inançları doğrultusunda zorunlu askerliği reddetmesi biçiminde alıyoruz.

Kısa Tarihçe

Budizm de savaşa karşıdır ve güce karşı hiç bir direnme de göstermediği halde, vicdani reddin kökleri esas olarak Hristiyan pasifizmine dayanır. İlk Hristiyanlar Roma ordusunda yeralmışsa da çoğu savaşı reddetmiştir. Roma’nın Hristiyanlığı kabulü ile 4. yüzyıldan itibaren kilise „adil savaş” kavramını kabul etti.16. yüzyıl başlarında Protestanlığın ortaya çıkışıyla, bazı mezheplerin İncil’i yeniden yorumlayıp, „adil savaş” doktrinini reddetmeleriyle pasifizm tekrar tarih sahnesinde yer almış, askerliğe ve savaşa karşı çıkışlar başlamıştır. Bu mezhepler içinde Quakerlar, Menonitler ve Bretenler en bilinenleriydi.

Avrupa Monarşileri büyük ölçüde, para ya da „yerine asker gönderme” gibi bir takım yollar bularak bu mezheplerle anlaşma yollarını bulmuşlardır. Ancak 18.yüzyılın sonlarından itibaren hızla gelişen kapitalizm, ulus-devlet, zorunlu askerlik süreci „askere gitmeme” tavrında da önemli bir farklılık yaratmış ve 1.Dünya Savaşı’nda politik bir nitelik kazanmıştır. Özellikle dönemin hümanist, sosyalist, anarşist düşünür ve politikacıları tarafından bir emperyalist paylaşım savaşı olarak adlandırılan savaşa karşı önemli bir mücadele aracı olmuştur. Öyleki silah taşımaya ve orduda yer almak istemeyenlere „vicdani redciler”, ‘Konçiler(conchies)’ denmesi bu dönemde ortaya çıkmıştır. İngiletere’de binlerce genç bu nedenle hapsedilmiş, Almanya’da akıl hastanelerine kapatılırken, Fransa’da 20 yıl, Rusya’da 4-6 yıl hapis cezalarına çarptırılmışlar ya da kurşuna dizilmişlerdir.

Bu gelişmeler karşısında ilk olarak 1916’da İngiltere’de, anglo-Amerikan ülkelerde ve kuzey Avrupa ülkelerinde dini gerekçeli olarak askere gitmeme yasal olarak kabul edilmiştir. Bugün ise, AB üyesi bütün ülkelerde ve Avrupa Konseyine üye 47 ülkeden de yalnızca Türkiye, Azerbaycan ve Belarus dışında bütün ülkelerde vicdani ret yasalarda yer almış durumdadır.

Türkiye’de Vicdani Ret

Türkiye, militarist zihniyet ve pratiklerin toplumun her alanına sindiği bir ülke olduğu için bu vicdani retlerin daha başka bir anlamı vardır. Türkiye’deki bu militer olgu toplumsal ve siyasal kültürün hiyerarşik, baskıcı ve cinsiyetçi yapısını pekiştirdiği gibi siyaseti salt dost-düşman karşıtlığı üzerinden yürütülen otoriter, kirli bir sürece dönüştürdü. Alevilere, Kürtlere, Ermenilere karşı düşmanlık her zaman bu militer kültür üzerinden kurgulandı. Kuşaktan kuşağa aktarılan „asker millet“, „her Türk asker doğar“ gibi yanılsamalar da militarist zihniyeti canlı tutmakta.

Ancak bu militer politikalara rağmen her zaman Türkiye’de yüz binlerce insan askere gitmedi. Bu ülkede her zaman yüz binlerce insan bu haksız, adaletsiz, tamamen angaryaya dayanan „zorunlu askerlik” süreci içinde yer almak istemedi. Yıllarca kaçak hayat yaşamak zorunda bırakıldılar. Güvencesi olan işlerde çalışamadılar. Kurmak istedikleri hayatları önünde hep bir engel olarak durdu. Hayatları karabasana döndü insanların. Uzun yıllar boyunca“kaçak” hayatlar yaşamak zorunda bırakıldılar. Askere gidenler de devletin bu zulmünden kurtulamadılar.

Türkiye vicdani reddi kaba bir şekilde üç döneme ayırmamız mümkün; birinci aşaması 1989’da Tayfun Gönül ve Vedat Zincir’in Sokak Dergisi aracılığı ile vicdani retlerini yapmaları ile başlar. Bu süreci 2009 yılına kadar getirmek mümkün. Daha çok anarşist birey olmaktan gelen politik ve de ahlaki tutarlılık içinde yapılan vicdani retlerdir bunlar. Bu dönem içinde vicdani ret mücadelesine ilgi daha çok anarşist grup ve de bireylerden doğru gelmektedir. Bu süreç zarfında İzmir ve İstanbul’da Savaş karşıtı Derneğin kurulup kapatılması süreçleri de vardır. Bütün bu süreç içinde vicdani retçi/anti-militaristler kendilerini Savaşkarşıtları Grubu olarak ifade ettiler.

Bu isim ile çeşitli etkinlik, eylem ve de kampanyalar gelişirdiler. Bu süreç içinde yapılan çalışmalar önemli bir görünürlük de sağladı. Ancak bu görünürlük daha çok anarşist ve de anti-militarist gruplar içinde oldu. Bu dönemde ilki 2004 yılı İstanbul’da, 2005 İzmir ve 2006 yılında Ankara’da üç Militurizm Festivali gerçekleştirildi.1 Bu festivaller 15 Mayıs Uluslar arası Vicdani Ret Günü’ne denk gelecek şekilde örgütleniyordu. Yapılan bu festivaller için Festival Komitesi, festivali yapma amaçlarından birini: „Yokmuş gibi davranılan vicdani ret kavramını duyurmak, görmezden gelinme halini 'görünür' kılmak, yüz binlerce fiili retçiyi 'kaçak' damgasıyla yaşamamaya çağırmak, reddiye eylemini sıradanlaştırmak, sokağa taşımak ve herkesin hayatına sokmak istiyoruz“ biçiminde ifade ediyor.

Bu etkinlik ve kampanyalar daha geniş sol ve muhalif kesimlerle buluşamadı. Bunun bir nedeni vicdani ret mücadelesini yürüten grup ve bireylerin böyle bir beklenti ve de amaçlarının olmaması olmakla beraber, sosyalist grupların da vicdani ret mücadelesini „marjinal”, „işe yaramaz bir itiraz” olarak bulmalarından da kaynaklıydı. Uzun yıllar sol/sosyalist yapılar vicdani red/anti-militarist mücadeleyi görmezden geldiler. Savaşkarşıtları grubu 2005-2006 yılı içinde „Savaşla Yüzleşiyoruz” diye bir kampanya ile de bu coğrafyada yaşanan savaşa dikkatleri çekmeye çalıştılar. Ancak politik hat daha çok vicdani retçilerin yaşadığı mağduriyetler üzerinden gelişti. Böyle olunca da geniş kesimler ile buluşması pek mümkün olmadı.

2009 yılı Aralık ayı içinde SGDF (Sosyalist Gençlik Dernekleri Fedearsyonu) nun çağrısı üzerine Boğaziçi Üniversitesi’nde ‘Barış İçin Vicdani Ret Kurultayı’ gerçekleştirildi. Bu buluşmaya geçmişten buyana vicdani ret/anti-militarist mücadele yürüten savaş karşıtlarının yanı sıra ilk defa bu görünürlükte Sosyalist ve de İslami yapılarda sürece dâhil oldular. Kurultay’da „Kürt coğrafyasında 40 bin insan öldürüldü, 350 köy boşaltıldı, 100 binlerce insan işkenceye, tacize, uğradı, öldürüldü kaybedildi. Ama aynı zamanda Türk halkı da bu savaştan mağdur oldu. Bu savaşta can verdi”2 denilerek ilk kez bu açıklıkta yaşanan savaşa dair bir tavır geliştirildi. Bu buluşma ile yaşanan savaşa dair daha etkili bir çalışma, vicdani reddin toplumsallaşması ve kışla içinde yaşanan „şüpheli” asker ölümlerine özellikle dikkat çekildi.

Bu buluşma Barış İçin Vicdani Ret Platformu’na dönüştü. Platform süreci niTürkiye’deki vicdani ret sürecinin ikinci aşaması olarak alabiliriz. Platform içinde Sosyalist, Anarşist ve de Müslüman yapı ve de gruplar iç içe çalıştılar. Vicdani retçilerin yaşadıklarının dışında başka gündemler de el alınıp sorunsallaştırıldı. Bunlardan başlıcalar; bölgede yaşanan savaş öncelikle olmak üzere, eğitimdeki militarizasyon, kışla içinde yaşanan „şüpheli” asker ölümleri ve de vicdani reddin toplumsallaşması. Platform gerçekleştirdiği buluşmalarda var olan savaşa dair vicdani retçilerin hem sözünün hem de duruşunun önemli olacağını söylediler. Vicdani retçiler olarak çağrı yaptılar; „savaşı durdurmak istiyorsanız askere gitmeyin" dediler. Bu bağlamda dört yıl boyunda çalışmalar yapıldı.

Bu sürecin devamında gelişen Kürt Vicdani Ret Hareketi’de bu görünürlüğün bir sonucu olarak oluştu. Kürt Vicdani Ret Hareketi’nin oluşması ile birlikte Kürdistan’dan doğru yüzler genç Kürt; „bu savaşa katılmayacağız, kardeşlerimize silah çekmeyeceğiz” diyerek vicdani retlerini yaptılar. Kürt gençlerinin daha kitlesel ve Kürt Özgürlük Hareketi’nden doğru bu katılımı, kimi sosyalist yapı ve gruplarının ilgisi, Müslüman grup ve yapıların ilgisi ile birlikte Türkiye’de vicdani reddin toplumsallaşmasına dair ciddi bir adım atılmış oldu. Kışlada yaşanan asker ölümlerine dair ciddi bir çalışma yürütüldü. Platform bir açıklamasında; „Kışlalarda bir yandan ölmek ve öldürmek örgütlenirken bir yandan da yaşamlar gasp ediliyor. Bizler Kürt, Alevi, herhangi bir „öteki” kimliğe sahip oldukları için ya da hiçbir gerekçe olmadan kışlalarda öldürülen askerleri, „şüpheli ölüm” adı altında gizlenmeye çalışılan cinayetleri görüyoruz... Bizler tüm bunlara karşı haykırıyoruz; savaş aldatmacanıza kanmayacağız. Savaşlarınıza piyon olmayacağız. Ölümü kanıksatan politikalarınıza karşı yaşamı savunmaya devam edeceğiz. Savaşlar devam ettikçe, barışın sesini yükselteceğiz“ şeklinde tavrını açıklıyordu.3

Platform 15 Mayıs 2013 (uluslar arası vicdani ret günü)’nde dernekleşti. Bu süreç ise üçüncü aşamadır. Şimdi İstanbul’da kurulan bu dernek aracılığı ile mücadelesini sürdürmektedir. Denek tüzüğünde; „ İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”, „Uluslararası Sivil ve Medeni Haklar Sözleşmesi” ve „Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” gibi uluslararası belgeler Türkiye Devleti tarafından da imzalanmış ve taraf olunmuş belgelerdir. Ayrıca Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca ulusal hukukta da geçerli metinlerdir. Derneğimiz, bütün bu belgelerde de yer alan ve bir insan hakkı olarak tanınan, Din, Düşünce ve Vicdan Hürriyetinin bir görünümü olup bu kapsamda Anayasa uyarınca uluslararası sözleşmelerin koruması altında olan ‘Zorunlu Askerlik Hizmetinin Reddedilmesi Hakkı’nın anayasal bir hak olarak tanınması için mücadele eder. Bu amaçla gerekli Anayasal ve yasal değişikliklerin yapılması, mevzuatın bu doğrultuda düzenlenmesi için gerekli çalışmaları yapar”4 şeklinde çalışmalarının kısa bir özetini vermektedir.

Gene dernek kendi tüzüğünde; Zorunlu askerlik sistemini reddedip kaçanların, „kaçak” ya da „firari” olarak suçlanıp cezalandırılmalarının veya başkaca askeri suçlamalarla yargılanmalarının, askerlik yapmakta olan kişilerin, „askeri eğitim” ya da „disiplin” adı altında maruz kaldıkları her türlü baskı, dayak ve işkencenin karşısında olacak ve böylesi mağduriyetleri yaşayanlar ile her şekilde dayanışma ve destek içinde olacaktır diyerek salt vicdani retçilerin değil, Türkiye’de rakamları neredeyse 750 bini bulan asker „kaçakları”nın da yanında olacağını ifade etmiştir.5

Kışlada yaşanan „şüpheli“ ölümler

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz'ın soru önergesine verdiği yanıta göre, 2012-2013 yılları arasında kışla içinde 166 asker „şüpheli” şekilde öldü. Son 22 yılda 2 bin 221 kişinin intihar ettiğini söyledi devletin resmi rakamları. Bu rakamlar hepimiz için ciddi kaygı ve de korku nedenidir. İşte Mahsun Yap da bu korkanlardan biriydi. Zorunlu askerliğinin nasıl bir zulüm olduğunu biliyordu. Hatta ilk 5 aylık sürecinde yaşadıklarını sosyal paylaşım sayfasında „şu askeriyeyi yaşadıkça kaybolma korkusu içindeyim” diye paylaşacaktır. Korkusu gerçek oldu. Bizler tıpkı Volkan Kamalak, Serhat Yıldız, Uğur Kantarcı ve Sevag Şahin Balıkçı gibi Mahsun’u da kışla içinde kaybettik. Bu saydığım isimler Kürt, Alevi, Ermeni... Bu arada kışlalarda çocuklarını kaybeden aileler bir dernek kurdular. „ Askere gönderdiğimiz biricik çocuklarımızın ölümü normal sayılacak ölümler olmadığını, çocuklarımızın canına kast edildiği gibi, çocuklarımızın ölümünden ihmali bulunan yetkililerinde olduğunu“ düşünen ve adalet arayışı için dernek kurarak örgütlenen ailelere Avrupa’dan da ses vermek gerekir...

Türkiye’de vicdani ret kendi seyrinde meşruiyetini sağlamış durumda. Gerek insanların algısında gerekse de çeşitli kurum ve de yapıların duruşunda bunu görmemiz mümkün. Yasal bir karşılığı olmasa da artık birbirinden çok farklı kesimler ve de bireyler de bu durumu görüyorlar. Kaldı ki vicdani ret mücadelesi içinde bulunan önemli bir kesim için vicdani reddin yasal bir karşılığının olması ya da olmaması o kadar da önemli değil. Türkiye’de vicdani reddini yapan bireyler hiçbir zaman kendisini yasal bir beklenti üzerinden kurmadı. Kendilerini vicdani retçi olamaya iten en temel itki yaptıklarını son derece meşru görmeleri ve de tamamen insan özgürlüğü ile bağdaşır bir şey olması idi.

Uzun yıllardır sokaklardan doğru bir mücadele seyri içinde yol alan vicdani ret mücadelesi bu durumu sağladı. Son bir yıl içinde yaşadıklarımıza baktığımızda bunu daha iyi görmemiz mümkün. Hatta bu meşruiyet karşısında devlet yetkilileri de daha bir çıkmaz ile karşı karşıyalar. Kendi yasaları çerçevesinde bir düşünce kalıbına sahip mahkemelerde de yaşanan budur. Bu durumu yaratan ise uzun yıllardır çeşitli şekillerde bu görünürlüğü sağlayan Vicdani Ret Hareketidir. Uzun yılları bulan bir mücadele deneyimi içinde geliyor Vicdani Ret Hareketi. Başından itibaren çeşitli feminist/sosyalist kadın grupları, anarşist grup ve yapılar, kimi sosyalist örgütler, LGBTİ örgütleri ve anti-militarist grup yapı ve bireyler ile iç içe gelişti. Bu karakterinden dolayı özgün ve de yaratıcı eylem, çeşitli etkinlik süreçleri ve de kampanyalar geliştirdi.

Vicdani Red mücadelesine Avrupa’li Göcmenlerden henüz görünür bir destek gelmedi. Oysaki bu hak sadece Türkiye’de yasayanlari ilgilendirem bir mesele degil. Zorunlu askerlik Türkiye’li göcmenleri nde yillardan beri kanayan bir yarasi. Göcmenler icin 21 günlük Burdur askeri kapmpinin kaldirilmis olmasi bu gercegi degistirmiyor. T.C. „dövizli askerlik hizmeti” adi altinda her yil milyonlarca para gasp ediyor... Türkiye’nin kasasina akan bu paralar ne icin harcaniyor, kime hizmet ediyor, bunlari soran da yok? Oysa ki, bu sömüsüye karsi bir kampanya, ayni zamanda Vicdani Red Hakki icin mücadelesinin bir parcasidir.

Savaş, insan ve doğa için bir yıkımdır. Vicdani ret savaşın insan unsuru olmayı reddetmektir. Savaşın bütün unsurlarına, silah üretim ve transferlerine, militer yapı ve organizasyonlara karşı çıkar. Savaş ve çatışmaların önlenmesi ve son bulması, savaş yaralarının sarılması, mayın ve serbest patlayıcılar gibi savaşın sonrasını da tehdit eden savaş atıklarının ortadan kaldırılması için çaba göstermekte ve bu yönlü çabalara destek vermektedir.

Hem Türkiye ve hem de Avrupa/bütün dünya da savaşların son bulması, toplumların/halkların barış içinde bir yaşam sürdürmeleri için bütün orduların ortadan kalkması lazım. Bu istem bir yerde ütopik durabilir, ancak insanlığın şiddetten arınması ve barış içinde bir yaşam için bu gereklidir. Bunun gelişmesinde anti-militarist mücadelenin önemli bir katkısı olacağını düşünüyorum. Egemen baskı ve de şiddete karşı meşru savunmayı her zaman ezilenler için bir mücadele yöntemidir. Ancak son derece militerleşmiş toplumlar içinde barışın gelişmesi için de anti-militarist mücadelenin gelişmesi gerekiyor.

Dipnotlar

1 Üçüncü Militurizm Festivali, http://istanbul.indymedia.org/tr/news/2006/05/123024.php

2 Barış İçin Vicdani Ret Kurultayı, www.etha.com.tr/Haber/2009/12/25/genclik/genclerden-toplu-vicdani-ret-aciklamasi/

3 Kışlada Yaşanan „Şüpheli Asker Ölümleri”, www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=5&ArsivAnaID=67312

4 Vicdani Ret Derneği, http://vicdaniret.org/vicdani-ret-dernegi-tuzugu/

5 Asker „Kaçakları”/EJA, www.bianet.org/bianet/vicdani-ret/150841-asker-kacak-lari

Ercan Jan Aktaş, 02.05.2014

Keywords:    ⇒ Conscientious Objection   ⇒ Kriegsdienstverweigerung   ⇒ Militär   ⇒ Military   ⇒ Prosecution   ⇒ Strafverfolgung   ⇒ Türkei   ⇒ Turkey